Karşımızdaki insana hata payı vermezsek, ondan imtihan oluruz. Kötü olarak etiketlediğimiz bir insana iyilik etme payı vermediğimizde de ona muhtaç oluruz.
Gelen durumu reddetmek, sadece tekamülü geciktirir. Eğer bir yanlış söz konusu ise görevimiz, doğruyu bildirmektir.
Sevmek, ilk önce tohum atmak, daha sonra kabul edip, emek vermektir. Kişi, emek verdikçe karşısındakini tanımaya başlar, tanıdıkça da daha çok sever. Ve iyi tanımak için, yoğun emek harcamak gerekir.
Allahû Teâlâ’nın Adil sıfatını tanıyan insan, yavaş yavaş tüm kaygılarından sıyrılmaya başlar. Çünkü herkes hak ettiğinin karşılığını alacaktır.
Gördüklerimizden daha fazlası aslında görünmeyen kısımdadır. Feraset de görünene bakıp, görünmeyeni görebilmek; anlatılanı işitip söylenmeyeni duyup anlayabilmektir.
İnsanoğlu, fıtrat itibariyle sınırları olanı sevip saymakta ve sınırları olanı ciddiye almaktadır. Dolayısıyla saygı, var saymak; saygısızlık ise yok saymaktır.
İnsan, pozitife programlanmış varlıktır. Gerek bilinçaltımızda, gerekse vücut sistemimizde negatif yaratım yoktur.
Siz hiç başkasının acısını çektiniz mi? Bir başkasının sıkıntısına kendi derdinizmiş gibi üzüldünüz mü? Her akşam efkârlandınız mı o kişi kadar? Yahut onun acısı sizin yürek sancınız oldu mu? Bir savaş fotoğrafı gördüğünüzde o savaşın içindeymiş gibi oldunuz mu?
Bizler, beynimiz ile aklettiğimizi ve düşündüğümüzü sanırız, bu yüzden de düşünmek deyince ilk aklımıza gelen beyindir, çünkü böyle öğrenmişizdir.
Kalbin temelde üç idrak seviyesi vardır: Bunu birer yolculuk gibi düşünebileceğimiz gibi, sabitlenmiş birer hâl şeklinde de düşünebiliriz: İnsanın idrak seviyesi ile geçişleri yaşaması, davranış değişikliğine gitmek ve iradeyle Rabbine ulaşmak...