İnsanoğlu, kendini korumaya yatkın bir varlıktır. Kötü gıdalardan, zararlı içeceklerden, fitneden,
dedikodudan, hastalıklardan, nazardan ve daha pek çok şeyden insan kendini korumak ister. Oysa
insan, fıtratında “Kendimi nasıl koruyabilirim?” isteği ile doludur ve kendi fıtratını doğru korumayı
bilmeden yaşar. Dolayısıyla kendimizi koruyabilmenin yolu, fıtratımızı iyi tanımaktan geçer.
Fıtrat kelimesinin kökü “bölmek, yarmak” anlamına gelen “f-t-r” (fatara) fiilidir. Bu fiil, “başlangıç,
açılış” mânâsına gelen ‘iftar’ ile aynı kökten gelir. Fıtrat, kelime olarak huy, mizaç, tabiat, yapı,
karakter, cibilliyet ve yetenek gibi anlamlar taşır. Allahû Teâlâ insanı bir fıtrat üzere yaratmış ve ona
“Bu senin iftarın” demiştir. Yaratılmak bir iftardır; yaratım öncesi sınav orucudur. Yaratımla birlikte
oruç açılmış, sonrasında insan sınavını başlatmıştır. Ve sınav, aslında kazanmanın ilk basamağıdır.
İnsan, bir düzen üzere yaratılmış, sınava girerken de ona bir rol biçilmiştir. Bu rolün içerisinde doğru
davranışta bulunup bulunmadığımız esastır.
İnsanın yaratılışına yansımış olan çift kutuplu ahenk, fıtratın dinamikliğinin en temel
özelliklerindendir. İnsanlar her ne kadar fıtrat adlı ortak eksene sahip iseler de birbirlerinden farklı
değerde cevher taşırlar. Bu durum, insanın kendi özsel yapısı, yaratılışı, yetenekleri ve isteklerine
doğrudan yansır. Böylece fıtrat, hem genel bir kabiliyet hem de bireysel bir kapasite olarak karşımıza
çıkar.
Fıtratın temelinde vurgulanması gereken bir başka önemli bir nokta, içsellik ve içsel gelişimdir. Çünkü
fıtrat, insanın özünü temsil eder. Ayrıca fıtrat, insanın iradesini ortadan kaldıracak derecede zorlayıcı
bir nitelikte değildir. Aksine hassastır. Bu nedenle insanın fıtrat üzere doğması, daha sonra başka
yollara sapabilmesi bunu göstermektedir. Fıtrat değiştirilemez ve değişmez bir yapıya sahiptir:
“…Allah’ın yaratması değiştirilemez…” (er-Rûm 30/30) ayeti de bunu anlatır. Ancak bu öz yapıyı inşa
edecek olan insanın kendisidir.
Burada fıtratı daha iyi anlayabilmek için “isyan” kavramından da bahsetmek istiyorum. İsyan, bir şeyi
amacı dışında kullanmak ve fıtrata ters davranmaktır. İnsan kadın ve erkek cinsiyetleri üzerine
yaratılmıştır. Kişinin vücudunu erkekken kadın, kadınken erkek gibi kullanması, bir nev’i isyandır.
Evlerimiz, huzur ve dinlenme yerlerimizdir; burayı öfkemizi kustuğumuz yer olarak kullanmak,
isyandır. Eller, bizim iş görmemiz için yaratılmıştır; ellerimizi hırsızlıkta ve kötü işlerde kullanmak bir
isyandr. Dilimiz, tatmamız ve konuşmamız için yaratılmıştır; yalan konuşmak, küfretmek, gıybet
etmek bir isyandır. Yani insan kendi fıtratını, amacı dışında kullanırsa isyandadır. İnsan fıtratını
korudukça, fıtratı da onu korur.
İnsan, “insan” gibi davranmalıdır. İnsan, “nisyan”dır; unutkandır. İnsan, Allah’ın yeryüzündeki
halifesidir. Fıtraten kadın, alan, büyüten, besleyen taraf; erkek ise fıtraten veren, ilk adımı atan
taraftır. Öyle olmalıdır. İnsan, bedenini temiz tutar, helâl yer, sağlıklı beslenir, doğru ve öz konuşur,
hareket eder, çalışırsa, Allah’ın emirlerine uyar, yasaklarından sakınırsa fıtratını da doğru beslemiş
olur. İnsanın kendini kabul etmesi ve buna uygun davranması hem fıtrata uygundur hem de insan
böylelikle kendi psikolojisini de korumuş olur.
Fıtrata aykırı olunduğunda, o insan, bir gün fıtratından vurulur. İnsan fıtratını korursa, fıtratı da onu
korur.Allah, fıtratımızı layıkıyla ve hakikatle korumayı nasip etsin.
Zeynep Işık Büyükbay