KALP Mİ AKIL MI?

KALP Mİ AKIL MI?

KALP Mİ AKIL MI?

Aklın başında değil,  aklın kalbinde...

Bizler, beynimiz ile aklettiğimizi ve düşündüğümüzü sanırız, bu yüzden de düşünmek deyince ilk aklımıza gelen beyindir, çünkü böyle öğrenmişizdir. Son yıllarda birçok yerde beyinle ilgili farklı bir yaklaşım karşımıza çıkmaktadır: “Bağırsaklar, ikinci beynimizdir.”

Şöyle bir düşünün: Daha önce böyle bir düşünce biçimi yokken, duygu, düşünce ve fikirlerin var olduğu bir organın diğer versiyonunun bağırsaklar olması, sizce de tuhaf değil midir? Eğer bağırsaklar ikinci beyin ise, bağırsakların da düşünüp akıl etme ya da duyguları yönetme özelliği var mıdır? Şayet böyle bir gerçeklik varsa, şu durum akla gelmektedir: Ya beynimiz bağırsaklara benziyor ya da bağırsaklarımızı beynimize benzeterek hakaret etmiş oluyoruz. Dolayısıyla burada anlamamız ve farkına varmamız gereken bir husus var. Şöyle ki, bağırsaklara benzeyen bir organla düşünüp aklediyor olmak, temelde sıkıntılı bir durumdur. Çünkü bağırsak menfaatini düşünür; verirseniz yardım eder, vermeyince yardım etmez. Bağırsak beğenirse onaylar, beğenmezse onaylamaz. Beynimiz böyle bir yapıya benziyorsa çok fazla ondan marifet beklememek gerekir.

Beyin yapısını tekrar ele alalım. Allahû Teâlâ önemli organları kafesle koruma altına almıştır. Beyin de kafatası gibi korunaklı bir yapı içerisindedir.  Ve beynin kafatası vasıtasıyla dışarısı ile etkileşime geçtiği yedi delik (gözler, burun, ağız, kulaklar) bulunur ve bunlar sadece madde üzere çalışmaktadır. Bunu biraz açalım: Gözlerimizi kapattığımız, görmediğimiz an karanlıktayızdır. Kokuyu burnumuzla değil, beynimizle alırız. Aynı şekilde yediğimiz içtiğimiz besinlerin tadını da aslında beynimiz algılar. Dışarıda bir ses varsa kulaklar duyar, yoksa duymaz. Bunların hepsi temelde beyne giden sinirlerle ilgilidir. Diğer bir ifadeyle beynin dışarıya ulaştığı yedi kapı bulunmaktadır ve yedisi de sınırlıdır. Yani gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu şeyler sınırlıdır. Bir karıncanın ayak sesini veya bir gök taşının sesini duyamadığımız gibi vücudumuzdaki mikropları gözümüzle göremeyiz. Dolayısıyla beyin, dünyayı bizim gördüğümüz şekilde görmekte, bizim duyduğumuz şekilde duymakta, bizim kokladığımız şekliyle koktuğunu bilmekte ve bizim tattıklarımız kadar algılamaktadır. İnsan neyi görüyorsa ona alışıp normal kabul eder ve bunu da beyin sayesinde yapar. Tüm bedenin hakimiyeti sadece beyinde ise burada bir durup düşünmek gerekir.

Allahû Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de sürekli “akletmek”ten bahseder. Peki, belli bir kapasitesi olan ve gördüğü sadece bizim gördüğümüzden, duyduğu sadece bizim duyduğumuzdan şekillenen beyin, bütün bir dünyayı nasıl akıl edip düşünebilir?

Akıl kadar kalp de Kur’ân’da çokça geçmektedir (Hâttâ Kur’ân-ı Kerim’de kalp kelimesi 135 kez, akıl kelimesi ise 49 kez geçer). Peygamber Efendimiz Aleyhisselâtu Vesselâm, “Bir kişinin kalbini kırmak, yetmiş defa Kâbe’yi yıkmaktan daha kötüdür” diye buyurmuştur. Öyleyse dünyanın kalbi Kâbe ise bizim bedenimizin merkezi ve Kâbe’si de kalbimizdir.  Kalp akletmediği sürece beyin akletmez.

Kalp de beyin gibi önemli bir organ olup bir kafes (kaburga/göğüs kafesi) içerisinde yaratılmıştır. Beynin içinde bulunduğu kafesten (kafatası) farklı olarak, kalbin önünde parmalıklar şeklinde bir koruma vardır. Yani dışarıdan kalbe bir şeyler gelirken bu parmaklıklar âdetâ birer süzgeç görevi görür, incelerek, seyrelerek, parçalanarak kalbe girer. İnsanın kalbi yedi katmandan oluşur. İnsan, kalben bir şeye inandığı zaman tüm kalbine bu hemen işlemez; yavaş yavaş, katman katman işler. Yedi katmandan önce kalpte üç seviye vardır. Kalp, bedenin tam merkezindedir, tüm organları yönetir ve dört tane temel damarı vardır. Bu dört damar ateş, hava, su ve toprağın giriş çıkışlarıdır. Bunun dışında sağda ve solda da damarlar bulunur. Sağ taraftaki damarla insan dışarıya akıtır, sol taraftaki damarla da vücuttan emer. Bu şekilde sürekli bir devir daim olur.

Eğer beyin müdür ise, kalp patrondur, yani işin sahibidir. Beyin talimat vermekle yükümlüdür ama onun talimat vermesi için kalbin karar vermesi gerekir. Teferruat ve ayrıntılarla beyin ilgilenir. İnsan kalbiyle aklettiğinin farkında olmazsa, nasıl akıl edeceği konusunda çok düşünür; olmayan bir odada gözlüğünü arar.

Kalp ile görmek nedir?

Kalp, beynin gözle göremediğini görür. Kalp ile gördüğünüzde hiçbir sınır yoktur. Gözlerinizi kapadığınızda “kalp gözü” devreye girer ve istediğiniz her yeri görmeye başlarsınız. Örneğin gözünüzün önüne gözlerinizi açmadan ilkokul yıllarındaki sıranızı getiribelirsiniz veya kulağınızda çocukken en sevdiğiniz şarkıyı duyabilirsiniz, hiç kulağınızı çalıştırmadan.  Dilinizi kullanmadan kalbinizle Allah diyebilirsiniz, burnunuzu devreye sokmadan kalbinizle bir gülü koklayabilirsiniz. Bunların hiçbirinin sınırı yoktur...  İşte tüm bunları yapabilen, kalptir. İnsan nefsani olarak sınırlıdır, ruhani olarak sınırsızdır. Ve ne acıdır ki bize sınırlı olanlar öğretilmiştir...

Kalbin ehemmiyetini bilmeyen bir kişi Kur’ân-ı da tam olarak anlayamaz.

Bütün peygamberler kör insanlarla savaşmıştır; hepsinin gözleri görmekteydi.

Bütün peygamberler sağır insanlarla mücadele etmiştir; hepsinin kulakları duymaktaydı.

Onlar beyinleri ikna olmasına rağmen, kalplerinin önünü kapattıkları için ikna olmayı reddetmiş kişilerdir.

Mutlaka fark etmişsinizdir; salavat getirdiğimizde elimizi kalbimizin üzerine koyarız. Çünkü O’nu(SAV) kalbimizle düşünüp anmakta, zikretmekte ve akletmekteyiz. Dolayısıyla önce şunu idrak etmemiz lazımdır: Kararı veren kalbimizdir, kalp ile hemhâl olmak, onunla muhattap olmak gerekir. Fiziksel hayatta Kâbe’ye dönüyorsak bedenimizde de kalbimize dönmemiz gerekir.

Tüm kararlarınızı kalp ile verirseniz, kalple ikna olursunuz. 

Ne kutlu ki, bu satırları kalbinizle okudunuz...

Etiketler: #uyanış, #kalp, #kalp gözü #beyin

Zeynep Işık Büyükbay

Etiketler: kalp, akıl, beyin, duygu, düşünce, beden, dünya
Eylül 12, 2022
Listeye dön