ZENGİNLİK ve FAKİRLİK ALGISI
Farkındaysanız, insanlık var olduğundan beri zenginlik ve fakirlik kavramları hep konu olmuştur, hep konuşulagelmiştir. Ve insanoğlu gerek zenginlik, gerekse fakirlik kavramlarını soyut ve somut olmak üzere iki biçimde düşünmüştür. Gerçekte ise zenginlik ve fakirlik birlikte çalışan iki kavramdır.
Zenginlik de fakirlik de nörolojiktir, yani bir insanın zengin ya da fakir olup olmadığı, o kişinin davranış biçimi, zihinsel bakış açısı ve yaşam tarzıyla ilgilidir. Bu sebeple doğuştan fakir olan bir kişiyi zenginleştiremez, doğuştan zengin olan birini de fakirleştiremeyiz. Eğer zenginlik anlayışımız sadece para ve maddiyattan ibaret ise bu farklı bir konudur. Konuya sadece parasal olarak baktığımızda doğuştan fakir olan bir kişi zengin olabileceği gibi doğuştan zengin olan biri fakir de olabilir.
Ancak zenginlikle ilgili olarak esas ele alınması gereken konu, para değildir. Çünkü maddiyat, ölçümlenebilecek bir husus değildir. Örneğin kişinin 100 lirasının olduğunu var sayalım. Kişi bu 100 TL ile bir iş kurabilir veya markete gidip sigara, içecek, bisküvi alarak tek seferde harcayabilir. Dolayısıyla öncelikle kişideki para tanımının iyileşmesi gerekir.
Para, banknot üzerinde yazılı olan sayılardan bağımsız bir araçtır. Para, kişiye yaptırdığı şeyin ne olduğuna göre zenginlik veya fakirlik sıfatı alır. Başka bir örnekle devam edelim. Ticaretle uğraşan bir esnafın, farklı hile yollarına başvurarak, başka esnaflara iftira atarak, çalıp çırparak 100 bin lira kazandığını farz edelim. Kazanılan bu 100 bin lira, o kişinin başına gelen bir ameliyatla eriyip bitebilir. Başka bir esnafın ise helâliyle, işinin hakkını vererek canla başla çalışarak bin lira kazandığını var sayalım. Bu esnaf ise kazandığı bu parayla çocuklarını da okutur, tatile de gider, arsa sahibi bile olabilir... Bu nasıl olmaktadır? Çünkü paranın üzerinde yazan sayılar formalitedir.
Gün içinde duayla açılan, helâl para kazanmak için çalışılan, çaba sarf edilen dükkânın kazandığı 100 lira, içerisi müşteri dolu olan, müşteriye yetişilemeyen ancak sahte ya da çürük/kalitesiz ürünlerin satıldığı, müşteriye yalan söylendiği, türlü dalaverinin çevrildiği bir dükkânın kazandığı binlerce liradan daha çoktur. Günün sonunda 100 lira kazanan daha zararda, binlerce lira kazanan daha kârda gibi gözükse de ayın sonunda öyle olmaz. Çok kazananın gideri fazla olacağı için, az kazananla eşit noktaya gelirler.
Bir misal daha ekleyelim: Çok parası olan adamın son model spor arabasını bariyerlere çarpmasının masrafı ile az parası olan adamın eski arabasının aynasının çatlamasının masrafı eşittir. Bunlar Allah katında eşit hasarlardır. Bu yüzden de paradaki rakamlar formalitedir, gerçek değildir.
Allahû Teâlâ’nın Adil sıfatını tanıyan insan, yavaş yavaş tüm kaygılarından sıyrılmaya başlar. Çünkü herkes hak ettiğinin karşılığını alacaktır.
Aklı fakir, ruhu fakir, kalbi fakir bir insanın doyumsuzluğu fakirliktir.
Aklı zengin, ruhu zengin, kalbi zengin olan bir insanın tatmin olma hali ise zenginliktir.
İnsan, elindeki varlığı kullanabiliyorsa zengindir, daha fazlasını istiyorsa fakirdir. Bu yüzden kendinize şu soruyu sorun: “Daha fazlasını istiyor muyum?” Belki içinizden ‘Daha fazlasını istemeyen yok ki’ diyeceksiniz... Daha fazlasını isterken, hep aynı şeyleri yapıyorsanız ve fazla çabanız yoksa, bunun adı fakirliktir. Daha fazlasını isterken, çok çabalıyor ve var olanı kullanıyorsanız işte bunun adı zenginliktir.
Gecekonduda yaşayan bir ailenin evlerine pasta girdiği zaman sevinmesi ile rezidansta oturan bir ailenin beşinci pastane şubelerini açtıklarında duydukları sevinç düzeyleri aynıdır. Dışarıdan bakıldığında rezidansta yaşayan pastane sahiplerinin daha zengin oldukları sanılsa da, beyin kapasitesi belli bir noktaya kadar bunun hazzını yaşayabilmektedir. Kişi, nörolojik olarak fakirlik algısındaysa hiçbir maddiyat onu zenginleştiremez. Bir insanın rızkı, maddesel olarak artıp azalabilir ancak zenginlik ve fakirlik değişmez.
Fakirlik algısı nedir?
- Fakir kişinin ne kadar parası olursa olsun mutlaka daha fazlasına ihtiyacı vardır.
- Fakir kişi, sayıca yüksek meblağda para kazandığında, daha çok parası var zanneder.
- Fakir kişi, her zaman kendinden daha yukarıda olan kişilere bakar ve onlarla kendini kıyaslar.
- Fakir kişi, problemlerini maddiyatla çözebileceğini sanır.
Hak ediş yasasını tanıyan insan, birçok şeyin parayla, maddiyatla olmadığını, birçok şeyin hak etmekle ilgisinin olduğunu bilir.
Peygamber Efendimiz (S.A.V.) “Ya Rabbi! Fakirlikten sana sığınırım” demektedir. Oysa Efendimiz’in hayatında lüks, zenginlik, şatafat vb. yoktur. Öyleyse fakirlik, maddesel bir husus değildir, algıdır. Zenginlik ise bir bakış açısıdır.
Çocukluğundan beri çalışan, su satan, berber dükkânında yer süpüren, yük alıp indiren, işi küçük büyük demeden yapan kişi, bir gün üniversiteyi kazanır, mezun olur. Hemen iş bulamaz, bu yüzden kısa süreli geçici işlerde çalışmaya devam eder. Ancak bir gün gelir, istediği işi yapmaya ve iyi para kazanmaya başlar. Çalıştığı şirketin başına geçer, güçlenir, maddiyatı artar. Ve düşünür: Bir gün her şeyini kaybetse, yine gençliğindeki gibi çalışır mı, diye... Tereddütsüz cevaplar aklından geçen düşünceyi. ‘Evet’ der, çalışırım. İşte bu insan, zengindir.
Fakir, çalışmayı reddeden ve hep bir üstünü isteyendir. Zengin ise çalışmayı kabul eden ve varlığını kullanabilendir. Ve fakr olmak ile fakirlik aynı mânâda değildir. Fakr olmak, kibirsiz, enesiz, egosuz olmaktır.
Şimdi tekrar düşünün, her şeyi beyninizin ve gönlünüzün süzgecinden geçirin. Kendinizi fakir mi görüyorsunuz, zengin mi?
“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm Suresi, 39.)
Ruh fakir, zihin fakir, ilim fakir, kalp fakirse o insan ne doyar, ne rızıklanabilir, ne de bir şey öğrenebilir... Bu yüzden Rasulallah gibi dua edelim: “Ya Rabbi! Fakirlikten ,acizlikten, cahillikten sana sığınırım” diyelim.
Zeynep Işık Büyükbay