Ramazan’ı aşkla beklerken Rû’yet-i Hilâl’i görürüz.
Oruca başlarken imsak, orucu eda etmiş olma sevinci olan iftar...
Ne bereketli bir vakittir sahur... Bu aya münhasır olan teravih... Peygamberimiz’in terk etmediği ibadet olan itikâf... Bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi...
Her birinin kendi zamanı var. Yani, öğlen vaktinde teravih kılamazsınız. Arefe gününden bayram namazı eda edemezsiniz, iftar olmadan orucunuzu açamazsınız... Vakit ne kıymetli öyle değil mi... Peki biz ne yapıyoruz? Vakitsizlikten yakınıyoruz: “Vaktim yoktu, seni arayamadım”, “Bayramda tatile gittik, uğrayamadım”, “Okumaya bir türlü vakit bulamıyorum”...
Ramazan’ın son on gününe girdiğimiz şu dönemde tüm bu vakitleri daha da kıymetli kılmak gerekir. Bunun için “Nasıl olsa vakit var, yaparım” dememek için kısa zamana çok şey sığdırabilmenin öneminden bahsetmek isterim. Kendi hayatımdan edinmiş olduğum tecrübelerde de, vermiş olduğum danışmanlıklarda da gözlemlediğim bir konu bu “vakitsizlik”... Genellikle daha çok vakti olduğunu düşündüğümüz insanlar, verilen görevleri yapmakta zorlanırken, daha az vakti olduğunu düşündüğümüz insanlar ise, verilen görevleri daha kolay yapmaktalar.
Örneğin, bütün gününü evde geçiren birisi, her gün aynı işleri yapmasa bile, vaktinin yetmediğinden şikâyet eder. Çünkü saat sınırı veya bir şeylere yetişme zorunluluğu yoktur, bu yüzden de işlerini yayarak yapar, odaklanamaz veya çok kısa sürede bitirebileceği bir işi bir türlü bitiremez. Bir işyerinde çalışan, beraberinde yüksek lisans yapan kişi, akşamları spora da gitmektedir, çocuklarıyla da ilgilenmektedir, evde yemek de yapmaktadır. Baktığımız zaman, dışarda çalışan kişinin vakti daha azmış gibi görünür bizlere. Çünkü bu kişi, sürekli bir şeylere yetişme ihtiyacı duyduğu için, kendisine bir program yapar ve on dakikalık işi altı dakikada bitirmeyi hedefler. Öğrencilerin de aslında sınva çalışmak için vakitleri vardır fakat genelde o derse çalışmayı son güne bırakırlar. Kendinizi hatırlayın, hep son gece koca koca kitaplar bitirmişsinizdirJ Yahut uzun süredir okumak istediğiniz kitabı satın alırsınız fakat bir türlü eliniz gitmez ve aylarca bitiremezsiniz, sürüklenir gider...
Zaman kavramı değişkendir. Siz hiç vakti olmadığından şikâyet eden bir aslan, bir yere yetişmesi gereken karınca, iki ayda peteğini bitirmek zorunda olan bir arı, Eylül ayında 150 elma vermeliyim diyen bir elma ağacı gördünüz mü? Zaman kavramı, zamanla yarışan insan için çok önemlidir. Peki yarışmamız gereken nedir? Hayvanattan ve nebatattan öğrenmemiz gereken şey, yarışmamız gerekenin vakit değil, verim olduğudur.
Verim, yaptığımız işlerle, bu işlerin birbirini izlemesiyle ve farklı alanlara dahil olmasıyla gerçekleşmektedir. Kişi, yaptığı işleri doğru parçalara ayırmazsa, kişi farkında olmadan sistemin dışında kalır. Ve bu kişilerden en çok şu cümleyi duyarız: “Hiçbir şey yapmak içimden gelmiyor.” Oysa kişi ne kadar çok çalışırsa, çalışmaya o kadar müsait bir insan haline gelir. İşini daha hızlı, daha kaliteli, daha odaklanarak yapanın verimliliği daha fazla olur.
Verimlilik, artan bir süreçtir, verimliliği arttıran şey dinlenmek değil, devam etmektir. Verimlilik arttıkça, maneviyat da artar.
Hayat, düz bir yol değildir. Tıpkı bir daireye benzer. Ve arkanızda bıraktığınız her karanlık, bir gün önünüze çıkar. Aydınlık bir yol ile karşılaşmak için, hareket halinde, fayda ve verim odaklı bir yaşam sürmek gerekir.
Gelin, kendinize bir iyilik yapın. Ramazan-ı Şerif’in son günlerini en verimli, en bereketli şekilde geçirin.