SİZDE OLAN ve SİZDE OLMAYAN

SİZDE OLAN ve SİZDE OLMAYAN

SİZDE OLAN ve SİZDE OLMAYAN

Sahip olmadığımız  ne çok şey var hiç düşündünüz mü? Ve hayattan beklentimiz ne kadar çok, fark ettiniz mi? Arada kendinize bu soruları sorduğunuz oluyor mu? Oluyorsa, kendinize tatmin edici cevaplar verebiliyor musunuz?

Dilerseniz günlük hayattaki örneklerden yola çıkarak bu sorulara yanıt bulmaya çalışalım.

Mevcut, kurulu düzendeki standart iki oda bir salon eviniz için eşya baktığınızı farz edelim. Böyle bir eve alabileceğiniz şeyler kısıtlıdır. Evin girişine büyük aslan heykelleri koymazsınız örneğin. Yahut küçük salonunuza dev avizeler almazsınız. Hem anlamı yoktur, hem de eve uygun değildir, öyle değil mi? Bu eşyaları kullanmamanızın sebebi, onlara ulaşamamak veya maddi gücünüzün yetmediği ile ilgili değildir; daha önce evinizin içerisinde büyük avizelerin veya heykellerin yer almadığıyla alâkalıdır.

Genellikle ihtiyacımız oldukça eşya satın alırız. Mutfakta bir sürahi kırıldığında ya da bir sürahi yetmediğinde gidip yenisini satın alabiliriz. Hatta üzerindeki desenini çok beğendiğimiz için de yeni bir sürahi alıp, ona sahip olmak isteyebiliriz.  

Bizlerin iç dünyaları da tıpkı evlerin yapısına benzer. Bizim de içimizde koltuklarımız, balkonumuz, mutfağımız, banyomuzun olduğu evler vardır. Bu evler kiminde köşk, kiminde kulübe, kiminde apartman dairesidir. Böyle olması aslında kişinin kendisini geliştirmesi ve kendisine katkı sağladığı deneyim, duygu birikimi, algıları ve yaşanmışlıkları ile ilgilidir. İlginç olan, sadece kendi evlerimizden değil, anne babalarımızın evlerinden de alıştığımız şeyleri pek satın almamamızdır. Bunda annelerimizin birikimleri, alışmışlıkları da etkili olmaktadır. Ancak tamamen bugünkü alışkanlıklarımızdan annemiz/babamız sorumludur diyemeyiz. Onlardan görmediğimizi almamak, bizim kendimizi yetiştirmemiz, geliştirmemizle de alakalıdır.

Duygusal anlamda düşündüğümüzde ise şayet biz bir duygudan haberdar değilsek, karşımızdaki kişinin bilmediğimiz, deneyimlemediğimiz bu duyguyu bize ısrarla göstermeye çalışmasının hiçbir anlamı yoktur. Örneğin empatinin ne olduğunu ve empati kurmayı bilmiyorsak, karşımızdaki insan bize bunu ne kadar anlatmaya çalışsa da,  deneyimlemeden empatiyi öğrenemeyiz. Yahut karşımızdaki insan bizi sevmiyorsa, bizim onu ne kadar sevdiğimizin bir önemi yoktur. Benzer durum kötümser, kin ve nefret dolu kişi için de geçerlidir. Böyle kişilerin, hayattan sadece “kötü” olanı algılamaları kaçınılmazdır.

Bazı insanlar vardır, hayatlarında hiç iyi bir şeyin olmadığından yakınırlar. Anne ve babalarıyla olan geçmişlerinin iyi olmadığını, başarısız bir öğrencilik dönemi geçirdiğini, kötü bir evlilik yaptığını ve eşini sevmediğini, çalıştığı işyerinde çok mutsuz olduğunu size bir çırpıda anlatabilirler. Hatta  bu kişiler, çevrelerindeki herkesin onların kötülüğünü istiyormuş hissine kapılırarak bunu sürekli dile getirirebilirler.  Çünkü kendilerinde olan bu duyguyu çok iyi tanıdıkları için, başkaları onlara göstermese bile, bu olumsuz duyguları adeta cımbızla çekerler. Dolayısıyla insan elindeki materyal veya hissettiği duygu ne olursa olsun kendi bildiğini uygular ve kendi bildiğini tanır.

Arkadaşlarınız, komşularınız, yakın çevreniz sizinle nasıl konuşuyor ve size hangi duygularını gösteriyorsa, sizdeki tanımlı olan duygular da onlardır, diyebiliriz. Daha önce hiç saygı duymadığınız bir insana saygı duymaya başladığınızda , belki de o kişinin size yıllardır saygı duyduğunu fark edebilirsiniz.

Çevrenizin sizi anlamasını, sevmesini, saygı duymasını istiyorsanız, bu duyguları önce sizin kendinize tanımlamanız gerekmektedir. Önce siz kendinizi sevin, kendinize saygı duyun, kendinizi affedin, kendinize değer verin. Çünkü sizde olmayanı kimse size veremez...

Etiketler: #duygu #sevgi #saygı #değer

Zeynep Işık Büyükbay

Etiketler: Duygu, Sevgi, Saygı, Blog, Yazısı
Nisan 03, 2023
Listeye dön